Please ensure Javascript is enabled for purposes of website accessibility
Bize Ulaşın

EKA Creative Studio

EKA Creative Studio / Genel  / Cinsiyet, Toplumsal Cinsiyet ve Mekan

Cinsiyet, Toplumsal Cinsiyet ve Mekan

 Biyolojik açıdan kadın ve erkek olarak dünyaya gelen insan, bir de ait oldukları kültüre göre birtakım rol ve sorumluluklar üstlenirler (Powell ve Greenhause, 2010: 1012). Kadın ve erkeğin bu şekilde, parçası olduğu toplumun kültürüne göre yeniden şekillenmesi, toplumsal cinsiyet olarak adlandırılmaktadır. Toplumsal cinsiyet kavramı, 60’lı ve 70’li yıllarda feminist hareketin etkisiyle gelişmeye başlamış bir kavramdır. Gündelik yaşamda görev ve sorumlulukları sebebiyle farklılaşan kadın ve erkek, yine aynı sebepten ötürü cinsiyete dayalı çeşitli ayrımlara da maruz kalmaktadır.

  Biyolojik özellikler kadar kabul gören toplumsal cinsiyet rolleri, ekonomik ve sosyal hayata ilişkin pek çok etkene bağlıdır. Bu nedenle sadece kadını değil, erkeği de ilgilendirmektedir. Biyolojik özelliklerden farklı olarak doğal bir süreci temsil etmeyen toplumsal cinsiyet, özellikle kadının toplumdaki konumunun, toplumun oluşturduğu cinsiyetçi ayrımlardan kaynaklandığını göstermektedir. Toplumsal cinsiyete dayalı her toplumda kadın ve erkek rolleri belirlenerek, hem ailede hem de toplumda hiyerarşik bir ilişki düzeni oluşturulmuştur.

  Özellikle kadının toplumdaki pozisyonu, gerek toplumsal cinsiyet rolleri, gerek özel/kamusal alan ayrımı, gerekse de statüsü sebebiyle sürekli olarak tartışılmaktadır. Geleneksel toplumun ataerkil yapısının modern toplumsal düzende de halen varlığını sürdürüyor olmasından dolayı kadın, iyi bir eş ve anne olmak zorundadır ve bin yıldır erkek egemenliği altında sömürülmektedir. İlkçağ düşüncesinden itibaren baktığımızda, Aristo kadını, erkek çocuğunun oluşumunun başarısız bir girişimi olarak nitelemektedir. Tarihsel süreçte kadınlar için geleneksel toplumlar tarafından belirlenen makus talihin günümüzde de etkisinin devam ettiği görülmektedir. Öyle ki günümüzde ayrıca, kadınların toplumsal yaşamda düşük olan sosyal statüleri, sosyo-ekonomik zayıf kalmışlıklarına bile bağlanabilmektedir (Çukurçayır, 2006: 86-88). Örneğin, kadına yüklenen en önemli toplumsal rol olan annelik, onu eve bağımlı kılan bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Annelik bir meslek değildir ve bir üretim faaliyeti olarak sayılmadığı için harcanan emeğin karşılığı yoktur. Toplumsal cinsiyet rollerine göre erkeğin en önemli rolü ailenin geçimini sağlamak (breadwinner) iken kadının en önemli görevi aile hayatının devamlılığını sağlamaktır (Moya, Exposito ve Ruiz, 2000: 825).

  Toplumsal cinsiyet rolünün gelişimi, Freud’un tanımladığı ailenin yetiştirme yöntemiyle doğrudan ilişkilidir. Freud, bu rollerin gelişimini sosyolojik farklılıklardan çok, cinsiyetin işlevine bağlamaktadır. Freud’a göre anatomi kaderdir. Peki gerçekten bu varsayım doğru mudur? 

Erkek ve kadınlar, anatomik olarak farklı olduklarından mı farklıdırlar, yoksa onlara farklı olmaları gerektiği öğretildiği için mi farklıdırlar? Biyoloji değişmez bir kader midir?

  Toplumsal cinsiyetin oluşum sürecinde çevrenin rolü oldukça önemlidir. Özellikle kültürel çevre, toplumsal cinsiyetin oluşmasında önemli bir öge olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu anlamda mekan ve sosyo-ekonomik ilişkiler, toplumsal cinsiyeti etkileyen belirleyicilerdendir. Bu nedenle, kadın ve mekan etkileşimlerine yönelik kavramsallaştırmaları etkileyen en önemli faktörlerlerden biri de kadınların işgücüne katılımıdır. Daha da önemlisi, kadın ve mekan etkileşimine dair tartışmada aşılması gereken ikilemlerin çıkış noktası da bu olgudur (Kayasü, 2006).

  Toplumun yeniden üretimi için yapılan, parasal karşılığı bulunmayan fakat neredeyse kadının vaktinin büyük kısmını meşgul eden ev içi işleri sebebiyle kadın çalışma hayatında geri plana itilmektedir. Vaktinin büyük kısmını evde geçiren kadın kamusal alanda daha az görünürlüğe sahip olduğu gibi kısıtlı olarak iş hayatına katılabilmekte, ilerleme imkânı kısıtlı, düşük statülü ve düşük ücretli işlere itilerek ikincil konuma layık görülmektedirler (Çiçekli, 2019). Bu realiteyi feminist kuram ataerkil yapının ve dolayısıyla toplumsal cinsiyet rollerinin baskınlığı, dolayısıyla kadına reva görüldüğünü savunur (Özçatal, 2011; Hartmann, 2006). Erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm kurmaları olarak tanımlayacağımız ataerkillik hem ev içinde hem de kamusal alandaki ücretli işlerde kadını denetim altında tutmayı amaçlamaktadır (Kimura, 1999; Kandiyoti, 1997: 50-58). Böylelikle kadının, hem özel alanında hem de kamusal alanda sınırlandırıldığı görülmektedir.

  Ne var ki; 19. yüzyılda bireylerin, zaman geçirdikleri ve çalıştığı mekanlarda meydana gelen farklılaşmalar, işyeri ve ev mekanlarının birbirinden ayrılmasına neden olmuş, bu durum kadının sosyal yaşamda kamusal alan kullanımının artmasını sağlamıştır. Özellikle sanayi öncesi toplumun özelliği olan ev-atölyeden günümüzdeki ev-işyeri farklılaşmasına geçişi kapsayan dönüşüm, hem toplumsal cinsiyet rollerinin farklılaşması, hem de farklı toplumsal cinsiyet rollerinin farklı mekanlarla özdeşleştirilmesi ile yakından ilgilidir. Kısaca mekandaki farklılaşma ile toplumsal cinsiyetin belli mekanlarla özdeşleştirilmesi süreçleri birbirine koşut olarak gelişmiştir (Özyaşar, 2011). Mimaride toplumsal cinsiyet kavramı ile ilişkili olarak ‘’cinsiyetleşmiş mekanlar’’ (gendered spaces) terimi kullanılmaktadır. Cinsiyetleşmiş mekanların en bariz örneklerini erkekler ve kadınları ayırmaya çalışan mekanlar oluşturmaktadır. Bu anlayış, iki farklı cinsiyet için iki farklı mekan yaratmanın yanında bazen de, bir cinsiyeti (genellikle kadınları) kısıtlayarak karşı cinsiyete daha geniş mekanlar tanımlamaktadır.

Ev koruyucu mudur, yoksa kısıtlayıcı mıdır?

 Bazı toplumlarda, kadınların kamusal alandan uzak tutulmalarının, aileyi ve özellikle kadınları koruyan bir gereksinim olduğu kanaati yaygındır. Bu durum kadının ve erkeğin mekan kullanımını belirleyen en önemli etkenlerdendir. Bu anlayışa göre, kadın ailesine ve kendisine bir zarar gelmemesi için eve mahkumdur. Yine aynı anlayış, özel mekan dışındaki alanlarda kadın figürünü kısıtlamakta ve kamusal alanın erilleşmesine neden olmaktadır. Toplumsal cinsiyet ve mekan etkileşimi konut ölçeğine de indirgenmektedir. Özel alanla özdeşleştirilen kadının ‘’doğal’’ mekanı sayılan konut içerisinde dahi ‘’kişisel bir alan’’a sahip olamaması durumu söz konusudur. Erkeğin evin içinde çalışma odası ya da bahçe gibi kişiye özel tanımlı alanlara sahip olma durumu varken; kadının mekanı olarak görülen oturma odaları ve mutfağın o kadar da kişisel alanlar olmadığı dikkat çekmektedir. Kentsel mekanı, kamusal ve özel alan ayrımı ile biçimlendiren ve kadına evde emeğin yeniden üretimi için, erkeklere de kamusal alanda üretim için roller belirleyen kapitalist sermaye birikim sürecinde, kadınların kısıtlı hareket alanları, kadınların işgücüne katılımını zorlaştırırken, kamusal hizmetlere olan erişilebilirliğini de kısıtlamaktadır. Bu durum, cinsiyete göre kentsel yaşanabilirlik algısında olası farklılıkların oluşmasına neden olmaktadır.

Kamusal mekan kamusal mıdır?

  Yaşanabilirlik algısı, kişilerin ihtiyaç ve refah düzeylerine, kültür ve yaşanılan coğrafyaya göre değişkenlik göstermektedir. Bu değişkenlik ve göreceli yapıya rağmen, ekonomik fırsatlar, sosyo-kültürel aktiviteler, mekan algısı, eğitim, sağlık, spor gibi kamu hizmetlerinin erişilebilirliği, yeşil alan ve rekreasyon hizmetlerinin varlığı, güvenlik gibi unsurlar yaşanabilirlik araştırmalarında genel kabul gören altlıkları oluşturmaktadır. Sosyal, kültürel, ekonomik ve mekansal tüm farklılıkların yanında cinsiyet, yaşanabilirlik çalışmaları için oldukça önemli bir değişkendir (Keçeli, 2012).  Çünkü;  kentsel mekanlar, farklı cinsiyetler arasında eşitsiz güç ilişkilerinin üretildiği ve bu güç ilişkilerinin bir şekilde zaman içinde normalleştirilip, kabul edildiği sosyolojik bir gerçekliği gözler önüne sermektedir. Bu sebeple, yapılan kentsel çalışmalar mimari ve antropolojik araştırmaların yanı sıra sosyo-kültürel açıdan da sosyolojik araştırma zeminini oluşturmaktadır. Farklı cinsiyetler arasındaki toplumsal cinsiyete dayalı çatışmalar ve fırsatlara erişim konusunda yaşanan eşitsizlikler, kentsel alanın derinlikli bir analizini gerekli kılmaktadır. Zira; kentsel mekanların cinsiyeti,mevcut kaynaklara erişimi çoğu zaman sınırlandırmaktadır.

Referanslar

[1] Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği, Cinsiyetleşmiş Mekanlar

Çiçekli, A. (2019). “Evinin Hanımı Çocuklarının Anası” Olan Kadının Kamusal Alan Mücadelesi. Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, 8(1), 1-14.

[2] Çukurçayır, A. (2006). Siyasal Katılma ve Yerel Demokrasi: Küreselleşme Sürecinde Yurttaş, Yönetim, Siyaset. İstanbul: Çizgi Kitabevi.

[3] Kayasü, S., (2006). ‘’Kadın ve Mekan Etkileşimi’’, İstanbul.

[4] Keceli, A., (2012). Effects of Rapid Urbanization on Lıvability in Turkish Cities: A Case Study of Denizli, University of Oklahoma Graduate College, Norman, US.

[5] Kimura, D. (1999). ‘Best person not always hired under affirmative action’ [Opinion]. Simon Fraser News. 16. http://www. sfu.ca/ mediapr/sfnews/1999/nov4/kimura.html (erişim: 12.10.2017).

[6] Özçatal, E. Ö. (2011). ‘Ataerkillik, Toplumsal Cinsiyet ve Kadının Çalışma Yaşamına Katılımı’. Çankırı Karatekin Üni. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. Cilt 1. Sayı 1. Güz. 21-39

[7] Özyaşar, M. Kadın ve Mekan. Bültene Yazı Gönderenlerin Dikkatine, 8.

[8] Powell, G.N. ve Greenhaus, J.H. (2010). ‘Sex, Gender, and Decisions at The Family – Work Interface’. Journal of Management. 36 4,1011-1039.

No Comments

Post a Comment